Zaman kavramını, mevcut fizik teorilerinin anladığı yolun ötesinde, mitolojik ve mistik unsurlarla ele almayı hedeflediğim bir yazı yazmak istedim. Şöyle açıklayayım: Henüz olgunlaşmamış, daha okültist bir yaklaşımla bu konuyu değerlendirmek istiyorum. Ancak bu süreçte mantık örgüsünü eksiltmeden ve bilinmeyenin kapsadığı alanları dışlamadan, tasavvur ettiğim bir çerçeveden hareket ediyorum.
Bugün medeniyet—yani kabaca genellediğimizde Batı’nın sunduğu yenilikler—nasıl ki bizim düşünce tarzımızı şekillendiren ve çerçeveleyen bir yapı oluşturduysa, bu postülatlarla ilerleyen süreç, medeniyet kavramını meydana getirmiştir. Politik süreçlere fazla girmemek niyetinde olsam da, bu konuya dokunmadan ilerlemek mümkün değil; çünkü bu çerçevenin içinde bulunuyorum, üzerinde değil. Ancak zihnimin soyutlama becerisini göz ardı etmeden devam ediyorum.
Basit örneklerle düşüncemi açıklamaya çalışacağım. Öncelikle, fikirlerimizi şekillendiren çevresel koşulların değişmesi ve konforun etkisi, bizde meydana gelen değişimlerin temelini oluşturur. Örneğin asfalt yollar… Yaşadığımız mahalleler, evlerimiz, ısınma ve alışveriş yöntemlerimiz önceden tasarlanmış bir düzenin eseridir ve bu düzen, sorgulanmadan benimsenir. Basit bir günlük örnekle bunu tahayyül edebiliriz: Çamurlu bir tarlaya adım attığımızda hissettiğimiz rahatsızlık, bu değişimlerin etkisini gösterir. Şehirde yaşayan biri için bu durum küçümsenecek bir hal alırken, bu koşullarda yaşayan insanlar için normaldir.
Günlük yaşamımızda sorgulamadığımız teknolojilerin etkisini bu şekilde düşünebiliriz. Konuyu genişleterek günümüz teknolojileri ve gelişim eksenine değinmek istiyorum. Bugün kullanılan cep telefonları, pek çok insanın hayal sınırlarını aşan işlevlere sahiptir. Bu durum, insanların aptal ya da yetersiz olduğunu değil, aksine tasarım sürecinde belirlenen çerçeveye adapte olduklarını gösterir. Daha az düşünmek ve başkalarının belirlediği sınırlarda hareket etmek, günümüz insanını tanımlayan bir özellik haline gelmiştir.
Bugün yaptığımız pek çok meslek de aslında önceden belirlenmiş çerçevelerin ürünüdür. Her şey belirli aralıklara sıkıştırılmış ve insanların bu çerçevelere uyum sağlaması beklenmiştir. Bunun sonucunda düşünme yollarımızın biçimlenmesi kolaylaştırılmıştır. Şu bir gerçektir: Biz yalnızca bize verilen araçlarla düşünürüz. Bu araçları kontrol eden kişiler ise düşüncelerimizi ve eylemlerimizi şekillendirme gücüne sahiptir. Bu gücün iyi ya da kötü niyetli olması ayrı bir tartışma konusudur; ancak bu durumun sorgulanmaması hayli tuhaftır.
Burada Henri Lefebvre’den bir örnek vererek düşüncemi derinleştirmek istiyorum. Lefebvre, Mekanların Üretimi adlı kitabında, “tasarlanan mekan” ve “yaşanılan mekan” ayrımını yapar. Şehirlerin soyut tasarım planları, mimarlar ve tasarımcılar tarafından belirlenirken, bu mekanların bireyler tarafından nasıl yaşandığı, sembolik anlamlar ve toplulukların deneyimleri üzerinden gelişir. Mekanın tasarlanma biçimi, onu üreten toplumun güç ilişkilerini yansıtır ve sürdürür (Lefebvre, Henri. 1991). Burada kapsayan tasarım düşüncesi ile kapsanan bireylerin arasındaki ilişkiye dikkat çekmek istiyorum.
Tabii ki, kapsanan bireylerin tüm davranışlarını kavrayıp kontrol etmek mümkün değildir. Bu bağlamın evrensel bir gerçeklik olduğunu düşünüyorum. Şimdi yazının başında bahsettiğim zaman kavramına geri dönmek istiyorum.
Bugün, mevcut mekanizmaların düşünce ve davranışlarımızı nasıl şekillendirdiğine dair bir çerçeve sundum. Günümüz tasarımcılarının kullandığı bilgisayarlar, belirli üretim biçimlerini yaygınlaştırır ve hatta sınırlandırır. Bu durumun, yaratıcılığın kısıtlanması anlamına geldiğini düşünüyorum. Yapay zekanın, mevcut ürünler üzerinden kombinasyonlar türeterek üretim yaptığı bir dönemde yaşıyoruz.
Yalnızca bize verilenlerle düşünmeyi kabul ettiğimizde, sonuç olarak yalnızca başkalarının planladığı hedeflere ulaşabiliriz. Ancak bu durumun ötesine geçerek, zaman kavramını ele almak istiyorum. Çünkü varoluşumuzun zaman ve mekan ile doğrudan bir ilişkisi vardır. Tıpkı bizim tasarım süreçlerini evrensel aksiyomlara dayandırmamız gibi, zaman da bulunduğumuz anın ötesinde düşünceler ve itkiler üretir. Bu süreci, yukarıdan aşağıya iletilen bir bilgi zinciri olarak hayal edebilirsiniz.
Sonuç olarak, değişikliklerin yalnızca yüzeyde olduğunu düşünüyorum. Nesneleri çoğaltma ve kitleleri kontrol etme düşüncesinin, aslında daha büyük bir düzensizliğe neden olacağına inanıyorum. Bu bağlamda, yaratıcı düşünme, paylaşım, yavaşlık ve derinlik gibi kavramların kayboluşu temel bir sorundur.
Kendi kararlarımızı alabilecek yeteneğe sahipken, bunu başkalarına devretmek büyük bir hata olur. Zamanın bize fısıldadıklarını duyabilmeli ve harekete geçebilmeliyiz.